İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP Arnavutköy Belediye Başkan adayı Tekin Aras ile birlikte ilçe turu gerçekleştirdi. Tur sırasında CHP Milletvekili Engin Altay da ikiliye eşlik etti. Merkez Mahallesi’nde kısa bir esnaf ziyareti yapan İmamoğlu ve Aras, Arnavutköy’ün cadde ve sokaklarında yol alarak seçim otobüsüyle halkı selamladılar. Daha sonra İBB Arnavutköy Yaşam Merkezi’nde, aralarında STK üyeleri, spor kulüpleri temsilcileri, anneler, çocuklar ve kanaat önderlerinin bulunduğu bir toplulukla bir araya geldiler.

Bizim Dediğimiz Olacak Dİyenlerden Değiliz Biz

“Her şeyin en iyisini ben bilirim” diyen anlayıştan olmadıklarına dikkat çeken İmamoğlu, şu ifadelerde bulundu:

“Benim dediğim olacak diyenlerden değiliz biz. Biz, sizinle düşüneniz. Biz, ortak aklı, aynı masada buluşmayı sevenleriz. Bizim masamızda ne var biliyor musunuz saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler? Bizim masamızdan birlik var. Bizim masamızda birbirimizi dinlemek ve anlamak var. Bizim masamızda kedere de ortak olmak var. Birbirimizi her anımızda, anlayışla karşılamak var. Bizim masamızda kimsenin inancını, kimsenin vatanseverliğini sorgulamak, asla yok. Hizmet yaparken oy vermiş mi, vermemiş mi diye bakmak asla yok. İBB, sosyal yardımlarla yüz binlerce ailenin evine girip, çıkıyor. Bakın; beş seneye yakındır çocuklarımıza süt ulaştırırken; annesine, babasına, ‘Sen nerelisin? Hangi partiye oy verdin’ diye asla sormayız, sormuyoruz, sordurmayacağız. Annelere İstanbul'da ücretsiz ulaşım kartını biz başlattık. ‘Bana oy verdin mi’ diye sormuyoruz. Tam kaç annenin cebinde o karttan var biliyor musunuz? 650 binin üzerinde annenin cebinde o karttan var. İhtiyacı olana, hak edene, hakkını veriyoruz.”

Bizim Siyasetimizin Odağı Halk

Siyaseti de bu anlayışla yaptıklarının altını çizen İmamoğlu, “Biz, siyasetimizdeki odağı halka dönük yapıyoruz. Onun için bizim siyasetimizin adı; halkçılık. Şimdi bu salonda, Arnavutköy'de, özellikle demografik olarak çok sayıda Kürt hemşehrim var. Bununla ilgili benim ruhuma iyi gelen, benim ruhumu ısıtan bir şey olduğu için anlatacağım. İlçe belediye başkanıyken, tabii vefat eden hemşehrilerimin cenazelerine gidiyordum. Özellikle Kürt vatandaşlarımızın, yoğun bir biçimde taziye alanı talepleri vardı. Bu kardeşiniz bunu hissettiği için, -hatta bazen ne yazık ki engellemelere rağmen- ısrarla, inatla 9 tane taziye evini, Beylikdüzü'nde vatandaşımızın hizmetine açmaya vesile olan, benim oradaki Kürt hemşehrilerimdi, Kürt vatandaşlarımdı. Ve o kadar değerli bir gelenek ki; insanlar orada bir arada, acılarını paylaşıyorlar. Çok güzel bir gelenek. O bakımdan evet; cenazelere gidiyorduk. Alevi vatandaşımız var. Caferi vatandaşımız var. Şafi vatandaşımız var. Fark etmez. Her vatandaşımız, elbette istiyorlar ki ibadetlerinde, cenazelerinde, kendilerinden, kendi geleneklerinden, kendi usullerinden bir din adamı olsun. Ama göreve geldiğimizde; biliyorduk ki, gördük ki, İstanbul Belediyesi'nde böyle bir hizmet yok. Göreve gelir gelmez, arkadaşlarıma dedim ki, ‘Bir inanç masası kuralım. İstanbul'un bütün inançlarını oraya davet edelim ve birlikte konuşalım. Kurduğumuz masayla birlikte, orada; Alevi dedelere, Şafi melelere, Caferi din adamlarına, hatta başka inançlardan papazlara, hahamlara bile görev verdik. Din görevlilerini istihdam ettik. Bakın; en gurur duyduğum şeylerden birisi budur” dedi.

Adına Da 'DİAYDER Davası' Dediler

Konuyla ilgili hazırlanan 2 dakikalık kısa filmi katılımcılara izleten İmamoğlu, kısaca şunları söyledi:

“Bizim inancımız bile, bize bunu emreder; yani her inanca saygı duymayı. Bu din arkadaşlarımız, din adamı arkadaşlarımız, zaten İstanbul'un çeşitli yerlerinde görev yapıyorlardı. Ne yaptık? Onları kamusal bir çatıya ve güvenceye aldık. Bakın biz bunu yaptık ya, başımıza gelmeyen kalmadı. Evet. Sen misin bunu yapan? Neler oldu, neler? Bakın; bir dava uydurdular. Adına da ‘DİAYDER davası’ dediler. Belki basından duymuş olabilirsiniz. Neymiş efendim? Kürt din adamları üzerinden, o insanlara vermiş olduğumuz bu görevden ötürü, birtakım desteklerden ötürü inanın hem onlara hem de bize yönelik ‘terör’ davası açtılar. Aylarca televizyonlarda bizleri ‘terörist’ ilan ettiler. Birkaç din adamını hatta tutukladılar. Benim o kadar güzel duam var ki sevgili hemşehrilerim, sevgili dostlarım. Bu tür lafları ve bu tür kötülükleri yapanlara diyorum ki; ‘Allah onlara akıl versin.’ Günün sonunda ne oldu biliyor musunuz? Günün sonunda herkes beraat etti. Cezaevinde de kimse kalmadı. Geriye ne kaldı biliyor musunuz? Boş iftiralar, yalanlar ve insanlar hakkında çirkin bir karalama kaldı. Bir de boşu boşuna hapis yatan o güzelim insanlar oldu.”

İstanbul Valisi Gül'den 1 Mayıs olayları hakkında açıklama İstanbul Valisi Gül'den 1 Mayıs olayları hakkında açıklama

Çıkmış Dün Akşam Bir Meczup

“Yine ortalığı karıştıracaklar ya, seçim geldi ya; seçim geldi yine başladı din, iman, kitap, memleket… Yani memleketini onlar seviyor. Bayrağını onlar seviyor. Bu toprakları onlar seviyor. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Onların bu sevgileri seçimden seçime aklına geliyor. Bizim ise memleket sevgimiz, millet sevgimiz, bayrak sevgimiz her zaman var. Çıkmış bir meczup dün akşam televizyonun birinde, ‘Efendim İmamoğlu bir tek Ayasofya Camii'ne temizlik ve güvenlik hizmeti vermiyor’ diyor. Çünkü neymiş efendim? Ben, cami olmasından ötürü acı çekiyormuşum. Yahu benim aklımı benim vicdanımı, benim kalbimi bile okuyor! Cahilliğinden değil, kötü bir insan olduğu için, meczup olduğu için Ayasofya yalanını ortaya atıyor. Bugüne kadar hiç demedim. Ayasofya Camii, sadece ibadethane değilken bile, orası müzeyken bile, caminin bir bölümünde orada imam ezan okur, bir bölümünde de namaz kılınırdı. Ben şimdi oraya kaç defa gittiğimi mi anlatayım millete? Ya bunlar kötü insanlar. Bunlar nasıl biliyor musunuz? Ben mesela, Allah rahmet eylesin, rahmetli dedemden, babamdan… Hepsi de hacıdır yani. Nerede namaz kılınır, nerede abdest alınır; kimse görmez. Namazını kılar, abdestini alır, duasını eder. Biz öyle öğrendik. Çünkü inancımız, Yaradan’la kul arasındadır. Bunlarda ise, gösteriş işi oldu. Milletin canını yakmak için, milleti birbirine düşürmek ve ayırmak için, bütün kötü duygularını kullanıyorlar.”

Yaradan'ıma Havale Ediyorum

“O meczubun bu lafı, olur ya bir yere gider. Doğrusunu söyleyeyim: Selatin camiler, Vakıflar Genel Müdürlüğü mülkiyetindedir. Diyanet İşleri Başkanlığı sorumluluğundadır. Bu iki kurum, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne temizlik, güvenlik konularında talepte bulununca, hemen belediyemiz Meclisi’ne protokol getiririz ve hizmete başlarız. Biz göreve geldiğimizde 39 selatin camiine bu hizmet veriliyordu. Şimdi ise, 42 oldu. Bizim dönemde talep geldi, artırdık 3 tane. Biri de hatta sıklıkla Sayın Cumhurbaşkanı'nın cuma namazı kıldığı Yıldız Hamidiye Camii’dir. Talep ettiler. Biz de verdik. Gayet doğal bir süreç. Bak; kimse suçlu değil. Ayasofya için ise böyle bir talep gelmedi. Hatta arkadaşların duyarlı davranmışlar, şifahen Vakıflar’a telefon açıp sormuşlar ve demişler ki, ‘İhtiyaç varsa, burayı da biz gündemimize alalım.’ Onlar ‘Gerek yok. Biz çözüyoruz’ demişler. Konu bu kadar basit. Ayasofya'nın sorumluluğu üzerinde olan iki kurumdan talep gelmezse, benim o hizmetleri verme hakkım yok. O kapıdan içeri giremiyoruz. Düşünsenize; ‘Ekrem İmamoğlu bir açılışa davet edildi mi edilmedi mi’yi bile tartışan bu insanların… Yani bir insanın, bir belediye başkanının, bir açılışa davet edilmesi kadar doğal bir şey olabilir mi? Ortada bir davetiye var. Davetiye dönmüş ateş mektubuna. Herkes de kaçıyor ondan. Herkes kaçıyor. Tamam, orası elini yakar yani; cısss! Allah muhafaza bunlardan. Allah korusun. Onun için bu tür insanlar, ne yazık ki meczup insanlar, ahlaksızlığı huy edilmiş insanlar. Bunları hep Allah'ıma havale ediyorum. Yaradan'ıma havale ediyorum."

Editör: Şevval Başçakır